Kur’an’ın verdiği mesajları doğru anlamanın ön koşulu içerdiği kavramların kullanıldıkları anlamları tespit etmektir. Bunun üstesinden gelmek hayati bir önem taşımaktadır. Elbette bunun kısa vadede sonuçlanacak bir çalışmayla gerçekleştirilemeyeceği ortadadır. Uzun vadede de olsa bu zorluğu aşmak büyük oranda mümkündür. Kur ‘ani kavramların delalet ettikleri anlamların tespitine yönelik çalışma doğada altın filizi aramaya benzer. Bu konuda başarıya ulaşmak sabır ve kararlı bir çaba gerektirir. İşin uzmanlarının bu konuda yapacakları çalışmalar Kur’an’ın nüzul dönemindeki muhataplarının zihninde canlanan anlamlara bizi yaklaştıracaktır.
Kur’an’ın, bir kavramı bağlamı içinde hangi anlamda kullandığını bilmek bizim için neden önemlidir? Öncelikle söylemeliyiz ki dinî kavramlara yüklenen anlamlar İslami algımızın nasıl şekilleneceğini belirlemektedir. Bu yüzden Kur’ani kavramların anlamlarını doğru tespit etmek lüks veya fantezi değil, bilakis bir zorunluluktur. Bu işin önemine ışık tutması açısından tefsirlerin ve meallerin kahir ekseriyetinde “sınama/imtihan” olarak açıklanan “bela” (البَلَاءُ) kavramını ele almak istiyorum.
Kök olarak Arapçada “bela” (بَلَا) fiili “birini iyi veya kötü bir işle sınamak” anlamına gelmektedir. Enbiya Suresi’ndeki وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً “Ayrıştırmak için sizi kötülükle ve iyilikle sınarız.” (21:35) ayeti, bir kimsenin kötülükle sınanabileceği gibi iyilikle de sınanabileceğini göstermektedir. Kelimenin kök anlamlarından sadece birini temel alan yorumcular, Kur’an’ın bütün ayetlerinde onu “sınama” anlamıyla ilişkilendirmişlerdir. Tefsirlerdeki bu yaklaşım doğal olarak meallerimize de yansımıştır. Zira mealler tefsir eserlerinin genel bir iz düşümüdür. Konuya ışık tutma adına kelimenin benzer şekilde kullanıldığı ayetlerden sadece birini ele alıp diğerlerine işaret etmekle yetineceğiz. Konuyla ilgili ayetlerin dördü Firavun’un işkence ettiği İsrailoğulları ile ilgilidir. Kavramın kullanıldığı diğer ayet ise Hz. İbrahim’in kurban edeceği oğluyla ilgili olarak Saffât Suresi’nde anlatılan kıssada yer almaktadır. Ayetlerin Mushaf’taki tertibine göre ilerleyişimizi sürdürerek konuyu işlemeye çalışalım.
Bakara 2/49: Ayetin orijinal metni ve Diyanet İşleri Başkanlığı mealinin revize edilmiş baskısındaki tercümesi şöyledir:
وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ
“Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı.” (Bakara, 2/49)
Dikkat edilirse yukarıdaki ayetin vurgusu İsrailoğullarının Firavun’un işkencelerinden kurtarılmasıdır. Allah bu ayette Firavun ve adamlarının İsrailoğullarına ettikleri türlü işkenceleri Peygamberimizin çağdaşı Yahudilere tek tek saymakta ve lütuf kabilinden onları bu işkencelerden kurtardığını anımsatmaktadır. Bu iyiliği anımsatırken siyakın “Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı” şeklinde olması dil mantığı açısından kusurludur. Daha açık söylemek gerekirse “Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık” ifadesini “Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı” cümlesiyle sonuçlandırmak mantıksızlıktır. Bu mantıksızlık “bela” kavramına ayette “sınama/imtihan” anlamının izafe edilmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir zalimin birine ettiği zulmü Allah’ın sınamasına bağlamak O’nun ahlakiliği sorununa yol açacağını da göz ardı etmemek gerekir. Ayetin başı ile sonu arasındaki anlamsal bütünlük açısından “bela” kavramının “imtihan” anlamına gelmesi sorunludur. Bu sorunun farkında olan Zeccâc, sözü edilen ayette “bela” sözcüğünün nimet anlamına geldiğine dikkat çekmiştir. Zira o, bu kelimeyi Allah’ın İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarmasıyla ilişkilendirmiştir. Oysa kelimeye “sınama” anlamı yükleyenler onu İsrailoğullarına Firavun’un ettiği işkencelerle ilişkilendirmişlerdir. “Bela” kavramının Zeccâc’ın işaret ettiği üzere “nimet” anlamına gelip gelmediğini test etmenin en güvenilir yolu cahiliye şiiri ve Arap kelamında yani dönemin deyim, özdeyiş ve tabirlerinde onun nasıl kullanıldığını belirlemekten geçer.
Cahiliye Döneminde “Bela” Kavramı
Peygamberimiz henüz vahiy alıp İslam dinini tebliğ etmeye başlamadan vefat eden dönemin en önemli şairlerinden Züheyr b. Ebi Sülma (ö. 609) “bela” ve bu kökten türeyen “iblâ” fiilini bir şiirinde şöyle kullanır:
جَزَى اللهُ بِالْإِحْسَانِ مَا فَعَلَا بِنَا
وَأَبْلَاهُمَا خَيْرَ الْبَلَاءِ الَّذِي يَبْلُو
Bize yaptıkları için Allah onlara ihsanla karşılık versin,
Ve vereceği en iyi nimetleri onlara versin. (Züheyr, Divan, s. 54)
Züheyr bu beyitte “eblâ” (اَبْلَى) ve “yeblû” (يَبْلُو) fiillerini “nimet vermek”, “bela”yı da “nimet/lütuf” anlamında kullanmıştır. Züheyr’in şiirinde olduğu gibi Bedir savaşıyla ilgili inen ayette de bu kavramlar “nimet” anlamıyla ilişkilendirilmiştir. Kur’an olayı şöyle tasvir etmektedir: “Onları siz öldürmediniz; bilakis onları Allah öldürdü. Attığında da sen atmadın; bilakis Allah attı.” (Enfal, 8/17) Bunun akabinde Allah’ın inananlara lütfettiği zafer وَلِيبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلَاءً حَسَنًا “O, inananlara kendinden güzel bir nimet versin diye (böyle yaptı.)” (Enfal, 8/17) ifadesiyle anlatılmıştır. Kur’an’ın da delaletiyle cahiliyede “ibla”nın nimet vermek, “bela”nın da nimet anlamında kullanıldığı açıkça görülmektedir.
Yine, henüz İslam doğmadan dünyaya gelmiş ve hicri 67 yılında vefat etmiş Arapların hakîm olarak nitelendirdikleri filozof Ahnef b. Kays “Önce nimet sonra şükür” anlamına gelen “Önce bela sonra sena” (البَلَاءُ ثُمَّ الثَّنَاءُ) özdeyişini söylemiştir. Bu kullanımlara baktığımızda Kur’an’ın nüzul döneminde “bela” kavramının “nimet/lütuf” anlamında kullanıldığı aşikardır. Tehzîbü’l-Lüga isimli meşhur sözlüğün müellifi Ezherî, “bela” ve “ibla”yı birlikte ele alarak اَبْلَاهُ اللهُ tabirini اِذَا صَنَعَ بِهِ صَنِيعًا جَمِيلًا “Allah’ın birine iyilik etmesi” şeklinde açıklamıştır. Bu veriler ışığında Sedid Kur’an Meali’nde Bakara Suresi 2/49 ayetini şöyle çevirdim:
Yine vaktiyle sizi Firavun’un adamlarındankurtardığımızı hatırlayın. Onlar size azabın en kötüsünü çektiriyorlardı; erkek çocuklarınızı kestikçe kesiyor, kadınlarınızı ise sağ bırakıyorlardı. Bunda[1] Rabbinizden size büyük bir lütuf vardır. (Bakara, 2/49)
Bakara Suresi’ndeki duruma benzer olarak A‘râf 7/141, İbrahim 14/6, Duhan 44/31-33 ayetlerde de Allah’ın İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtardığı haber verilmekte ve bunun Allah tarafından onlara bahşedilen bir lütuf olduğu “bela” kavramıyla anlatılmaktadır. Bakara 2/49 ayetindeki gibi bu ayetlerin de başı ile sonu arasında anlamsal bir bütünlük vardır. Buna karşın ayetlerdeki “bela” kavramına meallerde izafe edilen “sınama” anlamı, siyaka uygun düşmemekte ve bu mana ayetlerin bütünlük ve tutarlılığını bozmaktadır.
Son olarak “bela” kavramının yer aldığı İsmail’in veya İshak’ın kurban edilme kıssasındaki kullanılışı üzerinden bir değerlendirme yaparak konuyu sonlandırmak istiyorum. Saffât Suresi’nde olay şöyle hikâye edilir:
Sedid Kur’an Meali: (Sonra İbrahim), “Rabbim! Bana iyilerden birini bağışla (diye yakardı).” Ona uysal bir oğul müjdeledik. Çocuk onunla iş yapacak (çağa) erişince İbrahim, “Çocukcağızım! Rüyada seni keserken görüyorum, bak (hele) ne göreceksin?” dedi. Çocuk, “Babacığım! Sana emredileni yap, Allah dilerse beni sabredenlerden göreceksin” dedi. Her ikisi de boyun eğdiğinde ve (İbrahim) onu yanağının üzerine yatırmışken, “Ey İbrahim! Gerçekten rüyayı doğruladın” diye seslendik. Biz iyilik edenleri böyle ödüllendiririz. Apaçık lütuf gerçekten budur. Ve böylece çocuğa karşılık İbrahim’e büyük bir kurbanlık verdik. (Saffât, 37/100-107)
Şimdi bu kıssanın rüyayı doğrulayan İbrahim peygamberle ilgili sıralanan son ifadelerine odaklanalım:
– اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Biz iyilik edenleri böyle ödüllendiririz.
– اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُ۬ا الْمُب۪ينُ Apaçık lütuf gerçekten budur.
– وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ Ve böylece çocuğa karşılık İbrahim’e büyük bir kurbanlık verdik.
Kıssanın sonunda yer alan yukarıdaki cümlelerin ilki Hz. İbrahim’e verilen bir ödülden söz etmekte, ikinci cümle birincisinde anılan ödülü pekiştirerek bunun apaçık bir lütuf olduğunu belirtmekte, son cümle ise ödülün ne olduğuna dair bir açıklamayı içermektedir. Buna göre ilk cümlede mükâfattan söz edildiği ve bu mükâfatın üçüncü cümlede ona verilen kurbanlık bir hayvan olduğu belirtilmişken ikinci cümlenin İbrahim peygamberin sınandığından söz etmesi düşük bir olasılıktır. İncelediğimiz “bela” sözcüğü gerek müfessirlerin gerekse de mealcilerin bir kavramın anlamlarından sadece birine odaklanmalarıyla ortaya çıkan sonucu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
KAYNAKÇA:
Aydın, İsmail, Sedid Kur’an Meali
Aydın, İsmail, Sedid Kur’an Sözlüğü, بلو maddesi.
Diyanet Kur’an Meali
Ezheri, Tehzîbü’l-Lüga, بلو maddesi.
Zeccâc, Me‘âni’l-Kur’an, I, 120.
Züheyr b. Ebi Sülmâ, Divan, s. 54.
Her hakkı mahfuzdur. www.sedid.com.tr domain adresindeki yazıların her çeşit elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır; ancak bu yazıların kaynak gösterilmesi, www.sedid.com.tr adresinde yer aldıklarının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi koşuluyla yazılardan alıntı yapılabilir. www.sedid.com.tr internet adresinde yer alan resim, fotoğraf, grafik, vb. her türlü görüntü malzemesinin başka bir ortamda yayımlanması kesinlikle yasaktır.
[1] Yani, sizi kurtarmasında

